28 Eylül 2009

Güneş Enerjisi Santralleri için Arazi Geliştirme (GMTR Eylül-Ekim 2009)

Gayrimenkul Değerleme ve Geliştirme Uzmanı Müjde Uslan ile birlikte hazırladığımız GMTR Dergisi'nin Eylül-Ekim 2009 sayısında yayınlanan yazıya aşağıdaki resimlere tıklayarak ulaşabilirsiniz.


03 Eylül 2009

Eylül Sendromu?

Blogunu ilgiyle takip ettiğim sayın hocam Dr. Atılım Murat'ın bugünkü - Keynes: 'Keşke Daha Fazla Şampanya İçseydim' - başlıklı yazısını okumanızı tavsiye ediyorum. Hocam borsalarda son günlerde yaşanan tedirginlik hakkında ilginç bilgiler veriyor.

22 Mayıs 2009

Hangi Model?

Hasan Ersel Referans Gazetesi'nde bugün yayınlanan yazısında çok güzel bir konuya değinmiş: Kapitalizmin Kıta Avrupası (Almanya, Fransa vb.) ve Anglosakson (ABD, İngiltere vb.) uygulamaları. Hasan Ersel'in yazısından alıntılar aşağıda:
"Anglosakson sistemini alalım.. Bu sistemin özelliği olabildiğince girişimcileri kararlarında özgür bırakmasıdır. Girişimcilerin kendi başlarına aldıkları kararlar ya da birbirleriyle olan rekabetleri sonunda ortaya çıkan durum başka kimseleri rahatsız etmiyor, onların şikâyet etmesine yol açmıyorsa, bu karar ve eylemlere karışılmaz. Devletin bu çerçeve içinde görevi, bireysel düzeyde alınan kararların toplumsal açıdan zarar doğurduğu durumlarda bunu önlemek, bunun dışında ise bireysel girişimin önünü açık tutmaktır.... Dikkat edilirse bu sistem içinde devletin karar alıcıların algıladığı belirsizliği düşürme diye bir görevi ya yoktur, ya da ikincildir."  
"Kıta Avrupası sistemi ise özel girişim üzerinde devletin vesayeti olduğunu kabul eder. Dolayısıyla bu sistem içinde girişimcinin kararları ancak, devletin izni olduğunda ve o ölçüde, yaşama kavuşur. Bu nedenle de yenileşim bu dünyada, girişimci için, Anglosakson dünyası kadar, yüksek getiri sağlamaz. Buna karşılık, girişimcilerin karşılaşabileceği sürprizler de daha azdır. Başka bir deyişle devlet Kıta Avrupası sisteminde hem girişimcilerin hem de diğer çalışanların daha az belirsizlikle karşı karşıya kalmalarını sağlayacak önlemleri alma işlevini üstlenmiştir."
"Dikkat edilirse, bu iki sistem de ülkelerin gelişme yolunu açık tutmaktadır. Nitekim, örnek olarak seçilen ülkelerin tümü dünyanın en gelişmiş ekonomileri arasında yer almaktadırlar. Ancak, özellikle son kriz bağlamında bir kez daha ortaya çıkan bir farkları var: İktisadi ortam olumlu olduğunda, Anglosakson sistemi, daha hızlı gelişme sağlıyor, yenileşim daha güçlü oluyor. Buna karşılık iktisadi ortamda bir bozulma olduğunda (kriz gibi) Anglosakson ekonomilerindeki insanların yaşamı olumsuz yönde daha fazla etkileniyor. Bu durumda sorulması gereken soru şu oluyor: Acaba, Anglosakson ekonomilerinin dinamizmini kaybetmeden Kıta Avrupası ekonomilerinin güven düzeyini sağlamak olanaklı mıdır? Sanırım son aylarda sözü edilen düzenleme arayışlarının temel hedefi bu olacaktır."
Ersel'in yazısı üzerine düşüncelerimi birkaç cümle ile belirteyim. Risk ne kadar yüksekse getirisi de götürüsü de o denli yüksek olabilir. Yenileşimin (innovasyon) özünde risk alabilmek vardır. Ancak risk alma motivasyonu alınan riske oranla getiri yüksekse artar. Sosyal devlet sistemine doğru ilerledikçe risk alma motivasyonu düşecektir çünkü burada risk almanın ödülü düşük cezası yüksektir. Ancak finansal piyasalar ele alındığında tartışmanın şekli değişmektedir. Yeni finansal araçlar geliştirirken yüksek risk alabilmek (alınan riski gizlemek veya tam ölçememek), küresel krizde bir kurumu veya sektörü değil bütün sistemi riske sokmuştur. Finansal piyasalar tüm ekonominin bir nevi kan damarlarıdır. Bu nedenle finansal piyasalarda yaşanan sorunlar, ekonomiye taşınan oksijeni kesmiştir. Daha önce belirttiğim gibi düşüncem, kapitalizmin bu süreçten güçlenerek çıkacağı yönündedir. Eksileri artıları tartışıldıkça dogmalar yıkılacak ve daha güçlü bir kapitalizm evrimleşecektir.

21 Nisan 2009

Hidrolik Enerji

Dünyada 55 ülke, elektrik üretiminin çoğunluğunu hidrolik enerjiden sağlamaktadır. Dünya enerji üretiminin yaklaşık %19'unu karşılayan hidrolik enerji, yenilebilir enerji üretimi içinde ise en büyük orana sahiptir.
Hidrolik enerji prensibi basit bir doğa kanunu ile açıklanabilir; enerjinin korunumu. Su hidrolojik döngü sonucunda potansiyel enerji kazanır. Potansiyel enerji türbinde mekanik enerjiye ve jeneratörde elektrik enerjisine dönüşür. Hidrolojik döngü enerjisini güneşten alır. Hidrolojik döngüden en verimli elektrik üretme yöntemi olan hidrolik enerji ise doğal kaynak tüketmeyen, temiz ve yenilenebilir bir enerji kaynağıdır.
Suyun potansiyel enerji sonucu üretilen enerji (Watt olarak), suyun yoğunluğunun (kg/m3) yer çekimi ivmesi (m/s2), türbinden geçen su debisi (m3/s),  su düşüsü (m) ve verimliliklerin (türbin, jeneratör ve trafo) çarpılması ile hesaplanır.
Brüt hidroelektrik potansiyeli, bir havza/ülke kapsamındaki bütün akımların doğduğu kaynaktan denize kadar yüzde 100 verimlilikle elektrik üretmesi sonucu hesaplanan potansiyeldir. 
Teknik hidroelektrik potansiyeli brüt enerjinin mevcut teknoloji (sürtünme kayıpları, türbin-jenaratör verimliliği vs.) ile sınırlanması sonucu hesaplanan potansiyeldir.
Ekonomik hidroelektrik potansiyeli ise teknik hidroelektrik potansiyelinin alternatif enerji kaynakları ile karşılaştırılması sonucu belirlenen düzeydir.
Türkiye'nin brüt hidroelektrik potansiyeli 433 milyar kWh, teknik potansiyeli 216 milyar kWh ve ekonomik potansiyeli ise 130 milyar kWh olarak kabul edilmektedir.

09 Nisan 2009

Sıradaki Balon

Dün Thomas L. Friedman’ın New York Times’taki köşesini okurken aklıma geçen sene The Onion’da okuduğum bir yazı geldi. Yazıda Amerikalıların balonsuz yaşayamayacağı ve konut balonunun etkilerinin geçmesi için yerine yeni bir balon yaratmak gerektiği söyleniyordu. Hatta bir sonraki balonun ne üzerine olacağı hakkında bir anket bile vardı.

Sıradaki büyük balon

Friedman ise dünkü köşesinde Obama’nın temiz enerjiye olan bağlılığının umut verici olduğunu söylüyor. Hatta Demokratların karbon emisyonlarını ‘üst sınır ve ticareti’ (cap and trade) sistemi aracılığıyla düşürme tasarısından bahsediyor. Bir süredir ‘üst sınır ve ticareti’ sisteminin karbon vergisi olup olmadığı konuşuluyor. Friedman de muhalefetin bu tasarıya vergi gözüyle bakıp karşı duracağını söylüyor. Türev araçlar küresel krizin sebebi gösterilirken ve yoğun bir tepki oluşmuşken, bu sistem destek bulabilir mi? Bu yazıda buna değinmeyeceğim.

Karbon üzerine hacmi artan finansal enstrümanlar bana bir sonraki balonun karbon ticareti veya temiz enerji kaynakları üzerine olabileceğini düşündürdü.

08 Nisan 2009

Krizin Yenilenebilir Enerji Yatırımlarına Etkisi

Uluslararası Enerji Ajansı’na (International Energy Agency, IEA) göre dünyada 1,6 milyar insanın elektriği yoktur. Yine IEA’ya göre, eğer belirgin bir politika değişikliği olmazsa, 2030 yılında hala 1,4 milyar insanın elektriği olmayacaktır. 
Gelişmişliğin iktisadi göstergelerinden bir tanesi kişi başı enerji tüketimidir. Aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere gelişmekte olan ülkelerde kişi başı enerji kullanım oranları gelişmiş ülkere kıyasla düşüktür.
Kişi Başı Enerji Tüketimi (Dünya Bankası verilerine göre)
Kentleşmenin ve sanayileşmenin artması ile birlikte enerji talebi de artmaktadır. Ancak dünya enerji üretiminin yaklaşık yüzde 65’i fosil yakıtlarla karşılanmaktadır. Enerji talebindeki artaşın bu şekilde yüksek karbon salınımı olan kaynaklarla karşılanması sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Küresel ısınmanın önüne geçilmesi ve karbon salınımın azaltılması için yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvik edilmesi önemlidir. 
Ancak şu anda dünya başka bir krizle daha mücadele etmektedir, küresel krizle. Finansal krizin yenilenebilir enerji yatırımlarına etkisi, IEA Baş Ekonomisti Dr. Fatih Birol tarafından aşağıdaki grafikte verilmiştir. 2004 – 2007 yılları arasında yenilenebilir enerjiye yapılan yıllık yatırım 7 katına çıkmıştır. Ancak 2008 yılında kriz ile birlikte yatırım miktarı yüzde 38 azalmıştır.
Finansal Krizin Yenilebilir Enerji Yatırımlarına Etkisi (Kaynak: Birol, 2009)

31 Mart 2009

Konut Stok Fazlası

Önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi inşaat sektörü, ekonominin genel durumunu takip etmek noktasında önemli bir sektördür [Konut Fiyat Endeksi ve Gayrimenkul (2)]. Türkiye inşaat sektörünün en önemli faaliyet alanlarından biri ise konut üretimidir. 
GMTR Mart-Nisan 2009 sayısında CB Richard Ellis tarafından yapılan bir analizde Türkiye konut sektörünün son yıllardaki en parlak dönemini 2006 yılında yaşadığına dikkat çekilmiştir. 2007 yılında durgunluğa giren sektörde, 2008 yılında Küresel Kriz etkilerinin Türkiye’de yoğun şekilde hissedilmesi nedeniyle fiyatlar ciddi bir düşüş gösterdi. 
TÜİK tarafından açıklanan verilere göre 2008 yılının oniki ayında 2007 yılının oniki ayına göre belediyeler tarafından verilen Yapı Ruhsatlarına göre bina sayısında % 10,8 ve daire sayısında %13,9 düşüş olmuştur. 
Yapı Kullanma İzin Belgesi incelendiğinde, 2008 yılının oniki ayında bir önceki yılın oniki ayına göre belediyeler tarafından verilen izin belgeleri bina sayısında %11,8 ve daire sayısında %9,4 artış göstermiştir. 
TÜİK verilerinin bize söylediği, 2008 yılında konut sektöründe yeni yatırım yapma motivasyonu azalmıştır. Diğer bir deyişle, 2009-2010 yıllarında konut arzında azalma beklenmelidir. Öte yandan Küresel Kriz öncesi yapımına başlanmış konutlar 2008 yılında tamamlanmıştır. Hali hazırdaki konut stok fazlası göz önüne alındığında; düşen konut fiyatları, düşen faiz oranları ve ekonomik canlandırma paketi kapsamında yapılan vergi indirimleri konut alımını nispeten cazipleştirse bile fiyatların kısa vadede yükselişe geçmesi beklenmemelidir.