20 Ekim 2008

Keynes vs. Friedman

Küresel kriz karşısında Amerika Merkez Bankası (FED) ve Amerikan Hazinesi bir dizi önlemler alıyor ve süreci tedavi etmeye çalışıyorlar. Ama acaba FED Başkanı Ben Bernanke ile Hazine Sekreteri Henry Paulson krizi aynı şekilde mi teşhis ediyor. Hasta aynı ama peki ya doktorların bakış açısı?
Hatırlanacağı üzere 700 milyar dolarlık kurtarma paketi, senatoda yapılan oylamalar sonrası kabul edilmişti. Bu paket halen tam netlik kazanamamış ve bu sebeple uygulamaya konulamamıştır. Paket öncesi dönemde Ben Bernanke, bankalara doğrudan nakit enjekte etmenin daha kolay ve etkili olacağını savunmuş fakat bu görüş Hazine yetkilileri tarafından kabul görmemişti (New York Times haberi).
Hal böyleyken, 14 Ekim 2008 tarihinde Amerikan Hazinesi bankalara imtiyazlı hisse karşılığında 250 milyar dolar sermaye yardımı yapılacağını açıkladı. Yani Bernanke'nin ilk önerdiği sisteme dönüldü.
2008 Nobel ekonomi ödülünün sahibi Paul Krugman da bankalara sermaye enjekte edilmesini savunuyor (Krugman's Blog). Krugman iktisattaki idolünün John Maynard Keynes olduğunu söylüyor; doğal olarak da krizden çıkışın Keynesyen bir yaklaşımla olacağını savunuyor. Keynes, ekonomilerin girdiği düşme eğilimli döngüden hükümetlerin mali politikaları ile çıkılacağını savunmuştur. Yani mali yönetim gevşetilerek kamu harcaması arttırılmalıdır ki bu müdahale ile düşüşteki piyasa tekrar canlanabilsin. Doğal olarak da "Let's Get Fiscal" başlıklı yazısında Krugman, küresel krizin çözümü için bütçe açığını düşünme zamanı olmadığını ve hazinenin kesenin ağzını açmasını gerektiğini söylemektedir.
Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman, Keynesyen politikanın stagflasyona yol açacağını söylemiştir. 1970'lere gelindiğinde Friedman'in Monetarizm ismini verdiği makro ekonomi politikası iktisatçılar arasında kabul görmeye başladı.
Wall Street Journal'ın haftasonu röportajında, "A Monetary History of the United States" (1963) isimli kitabı Friedman ile birlikte yazan 92 yaşındaki iktisatçı Anna Schwartz vardı (Röportajı merak edenler için linki). Röportajda Schwartz, 700 milyarlık plan ile Paulson'un doğru yönde bir adım attığını söylemiştir. Bu plandaki sıkıntı, satın alınacak toksik varlıkların çeşitliliği ve bu bağlı fiyatlanmalarındaki belirsizliktir. Öte yandan Bayan Schwarz, bankalara sermaye yardımı yapılmasını, "hedef, bankacılık sisteminin kurtarılmasından bankaları kurtarmaya çevrilmiştir" şeklinde yorumlamıştır. Schwarz beklendiği üzere Friedman tarzı tam serbest ekonomi ile piyasanın kendi haline bırakılması ve batanların batmasına izin verilmesi gerektiğini savunuyor.
Lehman Brothers'ın batmasına izin verilmesi piyasayı paniğe sürükleyerek krizin ciddiyetini ortaya koymuştur. Şu anda finansal piyasaların işlememesinin ana nedeni paranın maliyetinden çok kurumların karşılıklı güven eksikliğidir. Piyasa kendi haline bırakılır ve daha çok banka batarsa güvensizlik artacaktır. Öte yandan yapılan her müdahale krizin dip noktasını ötelemektedir. Enflasyonist etkilerin gerilediği (kalıcı olup olmayacağını başka bir yazıda tartışalım) ve büyümeye yönelik kaygılarının arttığı şu dönemde Keynesyen politikaların tekrar kabul göreceğini düşünüyorum.

2 yorum:

Ahmet C. Toker dedi ki...

friedman'in yaklasimi money supply'in ayarlanmasiydi. merkez bankasi'nin faizlerinin 0'a yakin oldugu bir durumda merkez bankasinin bu yetenegi kalmiyor. "liquidity trap" bu anladigim kadariyla. friedman bu durumda tuketiciye direk yardim yapilmasini savunuyordu.

fakat soyle bir soru aklima takiliyor, bu konuda yorumunu merak ediyorum. amerikan reel ekonomisinin yavasladigi krizden once de konusuluyordu. simdi kriz sonrasi ilk beklenti reel ekonominin yavaslamasi. paulson plani da onerilen dodd plani da "reel ekonomi kriz sonrasi yavaslamasin" argumaniyla sunuluyor. yavaslamanin sebebi kriz degilken, kriz'in yavaslamayi tetikleyecegi varsayimi ile gelistirilen kurtarma hareketleri sorunun kaynagini yanlis belirledikleri icin etkisiz, hatta zararli olmazlar mi?

Mehmet Küçükbeycan dedi ki...

Aynen söylediğin gibi durum bir “liquidity trap”tir. Amerika’da FED faizi 1,50 ve enflasyon 4,5 civarında yani reel faiz eksi. Bu durumda, faizleri daha da düşürmenin etkisi yok denilebilir. Bununla birlikte piyasaya para verdikçe, bu paranın yeni bir “bubble” yaratması muhtemel. “Dot-com” krizi sonrası Greenspan’in faiz politikası ile oluşan ve geçen yaz patlayan emlak balonunda olduğu gibi.

Soruna gelirsek önce süreci hatırlayalım. “Dot-com” krizi sonrasında o zamanki para politikasının başı Greenspan faizleri indirmeye başladı. Deflasyon riski sebebiyle de 2003 ile 2004 arasında yaklaşık 1 yıl (yani gereğinden uzun bir süre) faizleri yüzde 1 oranına sabitledi. 2004’ün ikinci yarısından itibaren adım adım faizler tekrar yüzde 5,25’e kadar yükseldi. ABD’nin büyümesi tam da bu dönemde yavaşlamaya başlıyor. 2004 yılında pik yapan yıllık büyüme yüzdesi, bu süreçten sonra azalmaya başlıyor.

ABD’nin büyümedeki ana kaynağı iç taleptir. Şu anda ABD’linin sokağa çıkıp harcayacak parası yok. Yaz başında vergi iadesi adı altında hane halkına dağıtılan paranın etkisi geçti ve durgunluk yüzünü tekrar gösterdi. Geçen hafta açıklanan verilere göre Ağustos ayında sanayi üretimi yüzde 1,1 düştü. Borçları yüzünden iflas etmiş hane halkı tüketmediği sürece ABD durgunluktan çıkamayacaktır.